Gılgamış Destanı ve Ölüm…

Edebiyat tarihinin ilk büyük eseri olarak kabul edilen ve yaklaşık 4000 yıllık tarihe sahip Gılgamış Destanı aynı zamanda ölüm sorunsalına ait ilk yazılı metin olma özelliğini taşır. 56 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir ve Uruk kralı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı destan, aynı zamanda Nuh Tufanı’nın en eski sürümünün de nâfile olduğunu ve Tanrı Enlil’in öğütleriyle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir.

 Sümer Uruk kenti hükümdarı Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışını şiirsel bir üslupla öyküleyen destan, yas ve ölüm endişesi, ölümsüzlük arzusu ve bunun imkansızlığı ve nihayet fanilikle yetinmenin erdemi üzerine yazılmış sarsıcı bir başyapıttır. Gılgamış, gıl/kıl, kılmak (yapmak) anlamlarını içerir. Büyük işler yapmış kişi anlamına gelir. Ayrıca kalgamak (sıçramak, kalkmak) köküyle de bağlantılıdır. Bu bağlamda isyan eden demektir. Sümerce’de isminin anlamı ise herşeyi görmüş demektir. Muazzez Ilmiye Çığ “Gılgamış adı aslında Sümerliler tarafından Gılgameş şeklinde değil Bilgameş şeklinde yazılmış bir isimdir.” denmektedir.

Binlerce yıl önce yazılmış bir ilk eser olarak insanoğlunun nihai varoluş sorunsalı ölümü ele alması bakımından manidar, ölüm sorunsalını, ilişkili temaların hemen hiçbirini ihmal etmeksizin gerçekçi biçimde işleyen derinliğiyle şaşırtıcı ölçüde olgun,  sürükleyici ve dramatik biçemiyle etkileyici ve tüm bu nedenlerden ötürü daima güncel kalacak bir eserdir.

Aynı zamanda ölüm-uyku ilişkisine dair eğretilemelerle karşılaştığımız belki de ilk yazılı kaynak. Sonrasında antik ve dinsel mitolojide, öykü ve destanlarda karşılaşacağımız, şiir ve ezgilerde, sanat ve bilimde, gündelik dil ve ölüm ilanlarında sıkça rast geleceğimiz bu ilişkilendirme insan bilincinde, uykuyu ölümün bir metaforu olarak kullanan yerleşik bir anlamlandırma alışkanlığının tarihine de ışık tutar. 

Destanı özetlemek gerekirse: 

Görkemli bir şehir devleti olan Uruk’un üçte ikisi tanrı, üçte biri insan olan kralı Gılgamış, acımasız ve zorba bir kraldır. Halkın yalvarmalarına Tanrılar Tanrısı kulak verir ve Tanrıça Aruru’ya Gılgamış’la baş edebilecek bir insan yaratmasını söyler. Aruru, Enkidu’yu yaratır. Enkidu çırılçıplak gezer. Hayvanlarla dosttur, onlarla yaşar, avcıları yaklaştırmaz onların yanına. Avcılar şikayet ederler Enkidu’dan. Kurnaz Gılgamış, genç bir kadın gönderir, kadın Enkidu’yu kendisine aşık eder ve onu Gılgamış’la savaşmaya ikna eder. Gılgamış’la Enkidu karşılaşırlar ve zorlu bir savaşın sonunda, Gılgamış yenilir.

Bu savaş, ikisi arasında büyük bir dostluğun doğmasına yol açar. Birlikte, bakışıyla insanları taşa çeviren sedir ağacı ormanlarının bekçisi Hunbaba’yı öldürürler ve kutsal sedir ağacını alıp Uruk’a getirirler. Gılgamış, Tanrıça İştar’ın ilgisini çeker ama o, kabul etmez İştar’ın aşk teklifini. Çok öfkelenir İştar ve Fırtına Boğası’nı ister Gökler Tanrısı’ndan. Hayvanı Uruk’un üstüne salar. İki dost onu da alt ederler, bu durum daha da kızdırır tanrıları ve Enkidu düşler görmeye başlar, ölümünü görmektedir. Yatağa düşer ve ölür. Perişan olur Gılgamış. Ölüm korkusu sarar yüreğini ve ölümsüz olduğunu bildiği Utanapişti’yi bulmak için ölüm denizini aşar, onun kayıkçısının yardımıyla. Ulaşır Utanapişti’nin yanına, onun verdiği ölümsüzlük otuyla ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Ama, Gılgamış ölümsüzlük otunu yemeye fırsat bulamadan onu bir yılana kaptırır ve Uruk’a eli boş döner.

1872’de Londra Kraliyet Akademisi’nden Messer Schmitt verdiği konferansta, Mezopotamya’dan gelen çivi-yazılı tabletler arasında, Tufan hikayesinin yazılı olduğu bir tabletin bulunduğunu söyler. Tablette tufanla ilgili okunabilen kısımları anlattıktan sonra, bunun Gılgameş adındaki bir kahramana ait olan destanın son bölümü olduğunu açıklar. Destan 11 tablet üzerine yazılmıştı ve birde 12. tablet vardı. O da Gılgameş’e ait, fakat iki dilde yazılmış başka bir öyküyü kapsıyordu. Bu tabletler, Mezopotamya’nın kuzeyinde, eski adı Ninive, yeni adı Koyuncuk olan yerden çıkarılmıştı. Destanda iki sorun vardı: Uzun yıllar toprak altında kaldığından yer yer kırılmış, bazı yerleri yok olmuş ve okunamaz bir hal almıştı. Yeni kazılarla bu kısımlar tamamlandı. Diğer sorun ise destan Akadça yazılmış, fakat destandaki tanrı ve şahıs adları Akadlar’a ait değildi. Demek ki destan başka dilden alınıp, uyarlanmıştı.

Benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim Engidu’yu, insanlığın yazgısı yakaladı. Onun için altı gün yedi gece ağladım. Onun gömülmesine razı olmadım, burnundan kurtlar düşünceye kadar. Arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum. Ölümden korktuğumdan kırlara düştüm. Arkadaşımı düşünmek, beni daha çok sıktığından kırlarda uzun yolculuk yapıyorum! Engidu’yu düşünmek, beni daha çok sıktığından, kırlarda uzun yollar yürüyorum! Ah, nasıl susayım? Ah, nasıl susayım? Sevdiğim arkadaşım toprak oldu! Sevdiğim arkadaşım Engidu toprak oldu! Ben de onun gibi yatmayacak mıyım ve onun gibi sonsuza dek uyumayacak mıyım?” (Gılgamış Destanı 10. Tablet)

Irak’taki 2011 yılında ele geçirilen bir kil tablette, Gılgamış Destanı’nın bilinmeyen dizeleri de ortaya çıktı. Yeni tablet destana, 20 bilinmeyen satır ekliyor ve destanla ilgili bilinmeyen detayları veriyor. Londra Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Okulu’nda araştırmacı Andrew George, “Yeni tablet diğer kaynakların koptuğu yerden devam ediyor. Bu tabletlerde Cedar ormanının durgun, huzurlu bir yer olmadığını öğreniyoruz. Burası gürültülü kuşların yaşadığı, maymunların ağaçlarda çığlık attığı bir yer, bu tarz canlı manzara tasvirlerine Babil destanlarında çok ender rastlanır.” diyor. Yeni tablete Süleymaniye Müzesi ve bir kaçakçı arasındaki pazarlık sonucu ulaşıldı, çamurdan arındırılıp, tercüme edildikten sonra Süleymaniye Müzesi’nde sergileniyor.

Kaynak: 1- Psikomitoloji, İnsanı Öykülerinde Aramak Kitabı. 2- http://www.leblebitozu.com/tarihin-en-eski-yazili-destani-gilgamis-destani/

Gülşah Meral Özgür
Psikiyatrist, Psikoterapist